fbpx

Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme yürüyüşü – Halit Elçi

Paylaş

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde “Helâlleşme” üzerine bir video-mesaj yayımlayarak ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşti. Bu video-mesajın yarattığı tartışmalar sürerken, CHP Meclis Grup Toplantısında yaptığı konuşmayla bu helâlleşme girişimini biraz daha açıkladı. Daha sonra verdiği demeç ve röportajlarla da tezini derinleştirdi.

Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamaları birçok yönden tartışılmayı hak ediyor. Helâlleşme mesajının bir boyutu, CHP’nin Millet İttifakının öncü partisi olarak topluma vermek istediği, “AKP/Saray iktidarı gidicidir, artık müstakbel iktidar partisi olarak neler yapacağımızı anlatma zamanı” mesajıdır.

Bu girişimin bir başka boyutu, bu videonun Kemal Kılıçdaroğlu’nun hem topluma hem Millet İttifakı içindeki ortaklarına vermekte olduğu mesajlar dizisinin yeni bir adımı olmasıdır. Helâlleşme konulu ilk video-mesajındaki şu sözleri tam da buna işaret ediyor: “[H]ayatımın bu aşamasında iktidara gelmekten çok daha önemli bir vizyonum var. Bu ülkenin bu makus talihini değiştirmek istiyorum.” “Kemal Kılıçdaroğlu olarak bana sadece iktidarı devralmak yetmiyor. Ben ülkeme bir miras bırakmak istiyorum. Bu ülkenin artık huzura kavuşmasını ve önüne bakabilmesini istiyorum. Ben bundan sonraki 100 iktidarının da bu ülkeye ve insanına iyi gelmesini istiyorum.” “Ben bu [toplumsal] yaraların kapanması için helâllik isteme, helâlleşme yolculuğuna çıkıyorum.” 

Kılıçdaroğlu bu konuşmasıyla şu mesajları vermektedir:: “Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı ve seçimlerle birlikte yeni Cumhurbaşkanı ben olacağım. Ama bu görevi bir “politikacı” olarak değil “devlet adamı” olarak yerine getireceğim. Kısa vadeli iktidar hesaplarıyla değil, toplumun ve devletin uzun vadeli çıkarlarını gözeterek davranacağım.” 

Bu yazıda asıl tartışmak istediğim, Kılıçdaroğlu’nun, CHP Genel Başkanı olarak topluma, siyasal aktörlere verdiği mesajdır. 

Helâlleşme isteği ne anlama geliyor?

Öncelikle “helâlleşme” kavramından başlayalım… “Helâlleşme”, “helâllik alma” anlayışı her ne kadar dinsel bir arka plana sahipse de, esasen toplumsal yaşam için yararlı bir edimdir. Zaten din de bu davranışı, yararlı olduğu için,  ona kutsiyet katmak suretiyle yeniden anlamlandırarak içermiştir. Toplum içindeki, özellikle de aynı sınıf ve tabakadan insanların kendi aralarındaki çatışmaların sürekli ve yıkıcı hale gelmesini engelleme işlevine sahiptir. 

Ancak toplumsal hayattaki gerçek ve yakıcı sorunlar, haksızlıklar, adaletsizlikler, katliamlar, soykırımlar basitçe sözel bir “helâlleşme” ile çatışma veya gerginlik kaynağı olmaktan çıkarılamaz. Gerçek bir helâlleşme, öncelikle gerçeğin açığa çıkarılması, işlenen suçların cezalandırılması, yapılan haksızlıkların tazmin edilmesi ve özür dilenmesini gerektirir. Yani ancak yüzleşme ve hesaplaşma yapılarak helâlleşmenin yolu açılabilir. Aksi halde helâlleşme boş, manasız hatta sahtekarca bir laftan ileri gidemez. 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun saydığı ve saymadığı soykırımlar, katliamlar, toplumsal adaletsizliklerin mağdurları ve onların çocukları, torunları ile helâlleşmenin yolu, öncelikle işlenen suçların sorumlularının ortaya çıkarılması, yargılanması, cezalandırılmasından geçiyor. 

Ancak bu yetmez! Bütün bu toplumsal suçların doğrudan veya dolaylı sorumlusu olan devletin, sorumluluğunu üstlenerek tüm mağdurlardan ve yakınlarından, aynı zamanda tüm toplumdan özür dilemesi gerekir. 

Keza toplum da siyasi ve demokratik örgütlenmeleri aracılığıyla bu suçlardaki payını (suçlara katılım, düşünsel ve duygusal olarak destekleme veya desteklemese de sessiz kalma şeklindeki sorumluluğunu) kabul etmeli, nedenlerini açığa çıkarmalı ve mağdurlardan ve yakınlarından özür dilemelidir. Bu toplumsal yüzleşme sağlanmadan helâlleşme (toplumdaki ulusal ve inançsal topluluklar arasında barışma) gerçekleşemez.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarının bir değeri var mı?

Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda, istediği helâlleşmenin, işlenen toplumsal suçların cezalandırılmasını, “hesaplaşma”yı dışlamadığını söyledi. Kılıçdaroğlu, Meclis’te grup toplantısında yaptığı konuşmada “Helâlleşmek; yüzleşmek, barışabilmek, devam edebilmek demektir. Bunun yarası olan topluluklara yapacağız. Hukuk başka; kim ne suç işlediyse onun karşılığı hukuktur. Hukukla helâlleşmeyi karıştırmamak lazım” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu aynı konuşmada kimlerle helâlleşileceğini de açıklığa kavuşturdu. Bunlar arasında 28 Şubat mağduru başı kapalı genç kızlar, Roboski’de katledilen çocuk ve gençler, Sivas ve Maraş katliamlarının mağdurları, Diyarbakır hapishanesi mahkumları, Varlık Vergisiyle malına mülküne el konulanlar, 6-7 Eylül mağdurları, Soma iş katliamında yaşamını yitirenler de vardı.

Görüldüğü gibi, sayılan toplumsal suçların/adaletsizliklerin bir kısmı, genel başkanlığını yapmakta olduğu CHP’nin iktidarı döneminde gerçekleşen veya iktidarda olmasa da desteklediği olaylardır.  Varlık Vergisi ve 28 Şubat sürecinde başörtülü kadınlara yönelik uygulamalarda CHP’nin doğrudan sorumluluğu vardır. Maraş katliamı da, asıl fail CHP olarak görünmese de ve mağdurlarının ağırlıklı bölümü CHP seçmeni olsa da, bu partinin iktidarı sırasında gerçekleşmiş ve CHP bu katliama engel olamamıştır. (1993’ün 2 Temmuz’unda yapılan Sivas Madımak katliamı da yine CHP geleneğinin bir parçası olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin -SHP- hükümet ortağı olduğu dönemde vuku buldu.) Keza bu listede yer almayan Kürtlere yönelik katliamlar ve özellikle Dersim Tertelesi’nin de birinci dereceden sorumlusu, o dönemin tek partisi CHP’dir. Öte yandan, İttihat ve Terakki’nin 1915’ten itibaren uygulamaya koyduğu Ermeni, Süryani-Asuri-Keldani, Rum soykırım ve soysürümleri, daha sonra bir kısmı CHP’yi kuracak ve omurgasını oluşturacak olan kadrolar tarafından uygulandı. CHP, hem İttihat ve Terakki ile olan ideolojik ve politik ortaklığı, hem de bu insanlık suçlarını işleyen kadroları içermesi nedeniyle hiçbir zaman bu soykırımlarla arasına mesafe koymadı. Tam tersine, Cumhuriyet yönetiminin ve CHP’nin gayriresmi söyleminde bu soykırımlar, yeni bir toplum yaratmak adına bir zorunluluk olduğu ima edilerek sahiplenildi; resmi söylemde ise bu olayların basitçe savaş sırasında alınmış güvenlik önlemi olduğu, tehcir sırasında yaşanan ölümlerin olağan ve sınırlı sayıda olduğu, dolayısıyla büyütülecek bir mesele bulunmadığı argümanları savunuldu.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun helâlleşilmesi gerektiğini söyleyerek saydığı, CHP’nin doğrudan veya dolaylı sorumluluğunun bulunduğu sınırlı sayıdaki toplumsal suçlar dahi, CHP içindeki ve çevresindeki ulusalcı-ırkçı kesimlerin derhal tepki göstermesine yol açtı. Bu kesimler Kılıçdaroğlu’nu popülist hesaplarla CHP/Cumhuriyet geleneğine ihanet etmekle suçladı. 

Riskli bir adım

CHP içinde ulusalcıların -etkilerini kısmen kaybetseler de- hala ciddi bir güç olduğu gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda Kılıçdaroğlu’nun bir risk aldığını kabul etmeliyiz. Bu bakımdan, evet, Kılıçdaroğlu her şeyden önce kendi Partisi açısından yeni ve kayda değer bir adım atmıştır. Bir tabuya dokunmuştur. Gerçi sakınımlı davranarak, ucunun Atatürk’e dokunacağı konuları zikretmemiştir. Yine de, cesurca bir girişim başlatmış, geleneksel resmi ideolojiden sapma eğilimi göstermiştir.

Fakat Kılıçdaroğlu bununla kalmadı; CHP’nin sorumlu tutulamayacağı, esasen sağcı iktidarların işlediği toplumsal suçların mağdurlarını da helâlleşilecekler listesine ekledi. Onun bu yaklaşımı, yazının başında belirttiğimiz gibi, kendisini “siyasetçi” olmaktan çok “devlet adamı” konumuna yerleştirme isteği ve çabasını yansıtıyor. 

Sağ seçmene açılma politikası

Kılıçdaroğlu “helâlleşme” temalı konuşmalarıyla ilk seçimlerde Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olma olasılığını önemli ölçüde güçlendirdi. Bu son hamlesi, onun CHP Genel Başkanı olarak yılllardır adım adım geliştirdiği ve uyguladığı “sağa oy veren kitlelere açılma” politikasının devamı, ama aynı zamanda kritik bir dönüm noktasıdır. Kılıçdaroğlu bu noktaya kolay gelmedi. Partisi içinde yıllardır süregelen bir mücadelenin sonunda, ancak şimdi “kendi” politikasını hayata geçirme aşamasına ulaştı. İlk konuşmasında şöyle diyordu: “Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir de önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı.” 

Aslında Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP epey zamandır “sağa açılma” politikasını uyguluyor. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde İslam İşbirliği Teşkilatı eski başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu MHP ile ortak aday olarak desteklendi. Mehmet Bekaroğlu gibi İslamcı gelenekten kimi aydın ve siyasetçilere partide üst düzey görevler verildi. İYİ Parti ile sıcak ilişkiler kuruldu ve 2018 seçimi öncesinde CHP’li milletvekillerinin bir bölümü transfer edilerek bu partinin Meclis’te grup kurması ve seçimlere katılabilmesi olanağı sağlandı. 2019 yerel seçimlerinde ise Ankara’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı için MHP kökenli Mansur Yavaş, İstanbul’da CHP içinden gelen ama sağ eğilimli seçmenlere de seslenebilen Ekrem İmamoğlu aday gösterildi. Ayrıca Kılıçdaroğlu uzun zamandır Kemalist laiklik söyleminden uzak durarak, başörtülü kadınların kamu işyerlerinde çalışmasını eleştirmek bir yana destekleyerek, KHK mağduru dindar kesimlerin sorunlarına sahip çıkarak vb CHP’nin geleneksel ve kemikleşmiş seçmen kitlesinin ötesine, sağ seçmenlere doğru sesleniyordu. 

Bu seslenişler, görünüşte hiçbir somut karşılık bulamıyor. Seçmen anketlerine göre, AKP ve MHP ciddi oranda zayıfladığı halde, bu partilerden uzaklaşanlar bir türlü CHP’ye çekilemiyor; bu partinin oy oranı yıllardır yüzde 25 civarına çakılmış durumda. Bununla birlikte, bugüne kadar sağcı partilere oy veren kitleler arasında önemli bir bölümünün CHP’ye bakışında bir yumuşama olduğu da açıkça görülüyor. 

Kemal Kılıçdaroğlu, muhtemelen partisinin sosyalist sola açılmasından pek bir oy getirisi elde edemeyeceğini düşünüyor ve kimi sol siyasi parti ve hareketlerle el altından yaptığı örtülü işbirliği ile yetiniyor. Kürt seçmenlere açılımının önünde ise CHP’nin devletçi geleneği, Kemalist ideolojisi ve içinde bulunan -son yıllarda görece zayıflayan- yer yer ırkçılığa varan ulusalcı kesimlerin tepkileri engel oluşturuyor. Bu gerekçelerle Kılıçdaroğlu partisini iktidara taşımak için gereken oy artışını “sağa açılım” politikasıyla elde etmeye çalışıyor.

Kutuplaştırmaya karşı helâlleşme 

Helâlleşme çağrısı bu politik süreklilik içinde yer alıyor. Ama bu, tekrar edersek, kritik bir dönüm noktasını oluşturuyor. CHP ilk kez genel başkanının ağzından, geçmişinde kimi toplumsal suçlar işlediğini dolaylı olarak kabul ediyor ve bu politikalarının mağduru olanlarla helâlleşme isteğini açıklıyor. Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi, toplumda AKP-MHP ittifakı tarafından yaratılan kutuplaşmayı etkisizleştirme, çözülmekte olan AKP seçmeninden bir bölümünü kendisine çekmeyi amaçlıyor ve bunda bir ölçüde başarı sağlayacak gibi görünüyor.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yönetimindeki CHP, Adalet Yürüyüşü’nden itibaren, hem seçmenler, hem yerel ve küresel egemen güçler nezdinde AKP’nin yerine iktidar adayı bir parti olduğunu, gerçekçi bir seçenek oluşturduğunu gösterme çabası içinde. Bunda da genel itibariyle başarılı olduğu söylenebilir. Helâlleşme hamlesi de bu çerçevede CHP’nin amacına ulaşmasına güçlü bir katkıda bulunacak gibi görünüyor.

“Helâlleşme” kavramının muğlaklığı, herkes tarafından farklı algılanıp farklı yorumlanması, CHP gibi bir kitle partisi için dezavantaj değil, avantajdır. Çıkarları farklı olan, hatta aralarında gerginlikler olan pek çok toplumsal kesimin desteğini aynı anda ve birlikte kazanmanın reel politik araçlarından biridir bu muğlaklık ve hatta tutarsızlıklar. Yeter ki parti liderliği tüm bu kesimlere “birlikte kazanacağız” duygusunu verebilsin… 

Bu açıdan da bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” hamlesi CHP’nin iktidara yürüyüşünde önemli bir kilometre taşını oluşturmuştur.

CHP gerçek bir yüzleşme yapamaz

Hatırlatmalıyız ki, bu belirlemeyi yaparken, Kılıçdaroğlu’nun ve partisinin Türkiye halklarını oluşturan tüm kesimlerin bugüne kadar yaşadığı soykırımlar, katliamlar, soysürümler, sistematik baskı ve asimilasyon vb ile gerçek bir yüzleşme ve hesaplaşma yapacağına inanmak gibi bir safdillik içinde değiliz. Tam tersine; ne Cumhuriyet’in kurucusu ve bir burjuva partisi olan CHP, ne de onun Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gerçek bir yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı hayata geçiremez. Çünkü Türkiye’de devlet eliyle kapitalizmin ve burjuvazinin yaratılmasında CHP’nin rolü tartışma götürmez biçimde belirleyicidir. Türkiye kapitalizminin köklerinde ise gayrimüslim halkların soykırımlar, soysürümler, katliamlarla yok edilerek mal varlıklarına el konulmasıyla elde edilen kanlı “ilksel sermaye” vardır. 

Elbette CHP’nin bir düzen ve sermaye partisi olduğunu, demokratik eğilim ve politikaları bulunsa da esas olarak sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda davranacağını, kısmi yumuşamalar ve hukuki çerçeveye olan formel saygısının ötesinde AKP’nin yürüttüğü iç ve dış politikaların çoğunu aynı sertlikte uygulayacağını biz sosyalistler asla aklımızdan çıkarmamalıyız.

Bize düşen görev, faşizmin kurumsallaşma sürecini durdurup püskürtmek için en geniş anti-faşist cepheyi oluşturmak, ki bu cephe CHP’nin demokrat seçmen kitlesini de doğal olarak kapsayacaktır, ama aynı zamanda egemen sınıfların iki kampının karşısında emekçilerin ve halkların tarihsel ittifakını, Üçüncü Kutbu yaratmaktır. Bu iki görevi ustalıkla birleştirerek, önce faşizmi, ardından onu doğuran bataklık olarak kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmaktır.

Kaynak: Siyasi Haber