fbpx

Hakikat nerede?

Paylaş

Babası kadı olan Şeyh Bedreddin İslam eğitimi almış bir genç olarak babası tarafından önce Anadolu’da, ardından Suriye ve Kahire’de önemli alimlerden ders alması için yönlendirilir. Bedreddin’in hayatını değiştirecek olan kişi Kahire’de bulunan dönemin ünlü alimlerinden Şeyh Hüseyin Ahlati’dir. Ahlati, fıkıh eğitimi almış, aldığı eğitimle iyi bir fakih olan bu genci tasavvuf ile tanıştırır. Ahlati’nin önerisi ile Tebriz ve Kazvin’e giden Bedreddin oralarda Batıni inancını derinlemesine öğrenir. Halep, Mekke, Bağdat’a gider. Ardından yeniden Kahire’ye döner. Bedreddin’in, Ahlati ile sohbetleri meşhurdur. Diğer meşhur sohbetlerini aynı zamanda Ahlati’nin baldızı Maria (önce Hristiyan’dır) ile yaptığı bilinmektedir. Maria ile uzun uzun yapılan sohbetlerin Bedreddin’i derinden etkilediği, onun yeni fikirlerinin oluşmasında etkili olduğu söylenir.

Daha Kahire’de iken Bedreddin’in namı yayılacak, birkaç yıl sonra Anadolu’ya geldiğinde saygı duyulan bir alim olarak karşılanacaktı. Bedreddin, Anadolu’ya dönmeden evvel de, Anadolu’ya dönünce de birçok yeri dolaşacak, halkın yaşam koşullarını bu sırada öğrenecek, bunlar onun düşünce ve inanç dünyasına yeni bir pencere açarak hakikate giden bir yolculuk halini alacaktır. Yine Anadolu’da yaptığı bu seyahatler sırasında Torlak Kemal ile tanışacak, Torlakların Ortodoks inançlar dışındaki fikir ve yaşam biçimlerini tanıyacaktır. Börklüce Mustafa ile de böyle tanışır. Tıpkı Bedreddin gibi Börklüce de fikirleri olan, döneminin sorunlarını bilen bir kişi ve derviştir. Bu üçlü çok değil birkaç yıl sonra kendilerinden iki yüzyıl evvel Babailer’in yaptığı gibi Anadolu’da din ve inanç farkı gözetmeyecek birliği sağlayacaklar. 

Edirne’ye yerleşen Bedreddin burada fikirlerini yaymaya, müritler edinmeye başlar. Osmanlının taht kavgaları sırasında fikirlerine yakın bulduğu Musa Çelebi’yi destekler. Bu sırada Börklüce Mustafa da müritleri arasındadır ve Edirne’ye gelmiştir. Musa Çelebi’nin yenilmesinin ardından Börklüce Mustafa sömürü ve kölelik karşıtı fikirlerini örgütlemek amacıyla İzmir’e döner. Musa Çelebi yanlısı Bedreddin ise İznik’e sürülür. Bedreddin burada da fikrini yaymaya, mürit edinmeye devam eder.

Şehr-i Rıza

Asıl gelişmeler İzmir, Karaburun’da yaşanacaktır. Börklüce Mustafa, Karaburun ve civarında etkisini güçlendirmiş, namını yaymış, bu bölgede bulunan Rumları, Yahudileri, Türkleri, farklı inançlara sahip toplulukları birlik haline getirmeyi başarmıştır. Rıza şehri olarak adlandırılan ve üç yıl boyunca yaşayacak olan kadın erkek eşitlikçi ve özel mülkiyetin olmadığı toplum modeli mevcut dönemin ihtiyaçları üzerinde yükselecektir. Ağır vergiler, sonu gelmeyen savaşların sebep olduğu erkek ölümleri yalnızca yoksulluğu arttırmayacak, işgücü sıkıntısına da neden olacaktır. Üretim daha ziyade kadınlar ve çocuklar üzerinden yapılacaktır.  Yoksulluğun yanı sıra korsanların köylere yaptığı baskınlarla vergi adı altında yapılan soygunlardan sonra köylünün elinde, avcunda son kalanlar da korsanlar, çeteler tarafından gasp edilecektir. Sık sık köyleri basan korsan ve çeteler sadece ürünü almayacak aynı zamanda genç erkekleri ve kadınları kaçırılıp köle pazarlarında satacaktır. Köylü bir yandan iktidarın zulmü ve soygunu, diğer yandan korsan ve çetelerin zulmü ve soygunu altındadır.

Bu yaşananların farkında olan Börklüce Mustafa’nın hedefi sorunları temelden çözen sömürüsüz ve eşitlikçi yeni bir toplum kurmaktır. Börklüce’ye göre herkesin inandığı Hakk birdir, bu nedenle herkes eşittir ve birdir. Sevgi, birlik ve bir arada yaşamak mümkündür. Müritleri ile bir yandan fikirlerini yaygınlaştırıp halkı saflarına çekerken öte yandan Osmanlı’nın ordusuna, vergi memurlarına karşı savaş başlatır Börklüce. Haremleri basıp cariyeleştirilen kadınları, oğlanları özgürleştirir. Köleliğe karşı mücadele eder. Savaşlardan, ölümlerden, vergilerden, Osmanlının gazabından, korsanların, çetelerin zulmünden perişan olan halk, haremlere kapatılan kadınlar, genç erkekler Börklüce Mustafa’nın eşitlikçi sömürüsüz toplum fikri etrafında kenetlenir. Namı her gün daha yayılır, her gün daha çok insan gelip katılır Börklüce ve müritlerinin saflarına. İşte üç yıl boyunca mevcut sömürü ve eşitsizlik üzerine kurulu sisteme karşı yeni bir sistem olan Rıza şehri böyle bir siyasi, ekonomik ve inanç ortamında kurulacaktır.

Benim olan senindir, her yerde, her şeyde, hep beraber olmak ancak eşitlikçi sömürüsüz bir toplumda mümkündür. Cellatlar baş keserken binlerce baldırı çıplağın, ak libaslının “İriş Dede Sultanım, iriş” diye hâlâ umutla Börklüce’ye seslenmesi moral değerlerden ziyade maddi koşulların sonucudur. Üreten, üretimi ve yaşamı üzerinde karar alıp kendi kaderini tayin eden, farklılıklarla birlikte yaşamayı başaran yeni toplum biçimini tatmış insanların tutkusu ve sarsılmaz inancındandır. Bu, Hakikat’tir.

Kendisinden yaklaşık iki yüzyıl evvel gene aynı topraklarda, aynı emeller için Selçuklu sarayına karşı isyan etmiş, defalarca savaşmış Babai halk ordularının peşinden koştuğu aynı Hakikat’tir bu. Bu Hakikat yüzyıllar boyunca kılıçla, boğazlamakla, defterini dürmekle baş edilemeyecek kuvvettedir.

Anadolu’nun Spartaküs’ü

Tarihi açıdan Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve Şeyh Bedreddin’in birlikte mücadele ettiği bu dönem daha ziyade Şeyh Bedreddin isyanı olarak bilinmektedir. Oysa söz konusu isyan olunca tarihi kaynaklar gösteriyor ki Börklüce Mustafa bu isyanın başıdır. Gerek üç yıllık sömürüsüz eşitlikçi toplumun fikir sahibi, gerek örgütleyicisi, gerekse savaşçısıdır. 

Kuşku yok ki Şeyh Bedreddin önemli bir alim, fikir insanı ve tarihi kişiliktir. Ama Şeyh Bedreddin ile Börklüce’yi bana göre birbirinden ayıran temel unsur bugünün kavramları ile söylemek gerekirse birinin sistem karşıtı, diğerinin rejim karşıtı olmasıdır. Bedreddin, Osmanlı sarayına kimin padişah olması ile ilgilidir ve kendi fikirlerine yakın olan Musa Çelebi’nin saraya padişah olmasını ister, onu destekler. Börklüce Mustafa ise bizzat sömürü üzerine kurulmuş saraya ve saray sistemine karşıdır.  Yeni, sömürüsüz, eşitlikçi bir sistemi kurmayı amaçlar. Anadolu’nun Spartaküs’üdür. Zamanının Spartaküs’üdür.

Şeyh Bedreddin kişisel tarihi açısından devasa değişimler, dönüşümler yaşamış büyük bir kişidir. Bu dönüşüm saraydan, soylulardan uzaklaşmasına neden olmuştur. Soyu Selçuklu sarayına dayanan, dedesi Osmanlı sarayında önemli görevlerde bulunan, İslam inancından gelen Bedreddin, fikri ve pratik olarak halktan yana tutum almış, bu uğurda hayatından olmuştur. İslamcıların Bedreddin’den haz etmemesinin sebebi de, Türkçülerin Bedreddin’i önemsemelerinin sebebi de işte bu aynı nedene dayanmaktadır. Anadolu’da 1300-1400’lü yıllarda İslam henüz Türkler tarafından yeterince kabul görmemiştir ve birçok inanç mevcuttur.

Bedreddin’in tarihte hak ettiği yer bu iki kesimin reddi ve kabulünün ötesinde, bugün Alevilerin ve aynı değerlere inananların bu hakikatti devralarak ona sahip çıkmasıdır.

Hakikat’in filmi

Hakikat adlı sinema filminin basın gösterimi davetine giderken kafamda bunlarla yola koyuldum. Heyecanlıydım. Çünkü Alevilerin tarihin akışını etkileyen bu ve başka enfes mücadelelerinin sinema vasıtasıyla geniş halk kitleleriyle buluşmasını arzuluyordum yıllardır. Yakın çevremle, bir iki yönetmenle bu tarihin sinemaya yansıması üzerine ufak tefek sohbetler etmiş, katıldığım panellerde bunun önemi üzerine ara ara değinmelerde bulunmuştum. Haliyle Hakikat filminin çekilmeye başladığını duyduğumdan beri filmi merakla bekliyordum.

Filmin müzikleri olağanüstü, görüntüler de oldukça başarılı. Aynı şekilde kadın karakterlerin varlığı, var oluş biçimleri de yerli yerinde. Filmle ilgili en çok merak ettiğim şeylerden biri kadınların görünür olup olmayacağı idi. Bu açıdan memnun ayrıldım. Kadınlar hem vardı hem de tarihsel gerçekliği ile yer almışlardı. Hastayı, yaralıyı iyileştiren derman bacılarla karşılaşmak güzeldi. Anadolu’da kadınların üretimde, dervişlik dâhil inançta aktif yer aldıklarını biliyoruz. Savaşlarda kadın komutanlar, özel kadın birlikleri hep olmuş. İşte bu savaşçı kadınları filmde görebiliyorsunuz. 

Filmin kostümleri başarılı olmakla kalmıyor kadınların başlarının örtülme biçimi, örtme nedeni de yine dönemini yansıtmakta. Ancak başında örtü olmayan tek bir kadının olmadığını da belirtmem gerekir.

Filme dair en önemli eleştirim bizzat Hakikat yolunun, anlayışının olmaması. Filmde kişiler var ama anlatılması beklenen olay yok. Kurgu, tarihi olaylarla neredeyse alakalı değil. Bu tarihi bilmeyen bir kişi filmi izlese, film neyi anlatıyor anlaması mümkün değil. Senaryo esas hikâye üzerine kurulamayınca kişiler hikâyede yer çekimsiz zeminde dolaşmaktan öteye gidemiyor. Savunmasız köyleri birlik edip Rıza şehrine dönüştüren, biçare köylülerden sisteme kılıç sallayan/ok atan direnişçi bir sınıf çıkartan bir fikri ve fiili derviş/lider, Börklüce Mustafa, filmde bağırıp çağıran, agresif bir savaşçıya dönüşüveriyor. Binlerce müridi olan, üç yıl boyunca yeni bir sistemi kurup yöneten derviş/lider kişiyi sadece etrafındaki birkaç kişi ile ve bir köyle sınırlı yaşıyormuşçasına yansıtan, bilinen tarihi gerçekliklerle uyumlu olmayan bir anlatıyla karşılaşıyorsunuz. Aynı şey Şeyh Bedreddin için de, Torlak Kemal için de geçerli. Torlak’ın dervişlikle neredeyse hiç alakası yok. 

Bilindiği üzere Osmanlıyı ürküten şey sömürüsüz/eşitlikçi toplumun çevresini etkilemesi, köy köy, grup grup bu topluma katılımların artarak sürmesi, Börklüce’nin namının kurtarıcı olarak yayılmasıdır. Film bunu da anlatmakta zayıf kalmış. Hal böyle olunca kolaycılığa kaçılmış olabileceği duygusuna düşmeden edemiyorsunuz.

Benzer bir eksiklik mekânsal açıdan da mevcut. Börklüce isyanı anlatılırken Osmanlı ile Börklüce’nin baldırı çıplaklardan oluşan halk ordusu ile defalarca yaşanan savaşları anlatan görkemli savaş sahnelerinin olmadığı bir film düşünülebilir mi? Hele hele Börklüce’nin halk ordusunun Osmanlı’ya yenildiği ve Börklüce’nin de çarmıha gerildiği o meşhur savaş gerçeğinden bu kadar uzak, bu kadar etkisiz çekilmemeliydi fikri aklınızdan çıkmıyor. 

Kirk Douglas’ın muhteşem Spartaküs filmini izleyenler bilir, o filmi ölümsüz kılan üç başlık vardır. Kölelerin isyan etme nedeni olan koşullar, isyanın yayılması ve büyümesi, Roma ordusu ile karşılaşmalar. Hakikat filminde ne yazık ki böyle destansı, sinemasal bir şeyle karşılaşmıyorsunuz.

Olayların derin, etkileyici sahnelerle anlatılarak izleyiciye aktarılması yerine kısa, kesik, anlaşılmaz, propagandif ve agresif diyaloglar tercih edilmiş. Yer yer filmi izleyecek olan toplumsal kesimlerin kalbini okşayacak sahneler, ritüeller, cümleler, sloganlar yerleştirilmiş. O da özensizce. Yarin yanağından gayrı her yerde, her şeyde cümlesinin söylendiği sahnedeki özensizliğe hayret ediyorsunuz. Aynı şekilde başı kesilmek üzere olan kişinin “İriş Dede Sultanım, iriş” dediği sahnedeki duygusuzluk, inançsızlık, çağırıdaki zayıflık da izleyeni şaşkınlığa düşürüyor. Bağlamından kopartılmış, altı oyulmuş cümleler izleyeni iyiden iyiye sıkmaya başlıyor ve bir yerden sonra film ilerlemiyor. 

Börklüce ile Torlak arasında Osmanlı ordusunun yeniden ve daha güçlü şekilde geleceğinin duyulması üzerine geçen şu diyalogu duyunca küçük dilinizi yutacak gibi oluyorsunuz. Torlak sen Manisa’ya gideceksin diyor Börklüce, Torlak’a. Torlak, Börklüce’ye: “Yok devenin nalı!” diye cevap veriyor. İki tarihe mal olmuş derviş arasında böylesi bir diyaloga da ben “yok devenin nalı” diyorum!

Film bitince kendime sormadan edemedim; altı yüz yıldır duyanda, dinleyende heyecan, umut yaratan “hakikat” nerede?