fbpx

Feminizm, biyolojik köktencilik ve trans haklarına saldırı

Paylaş

Trans kadınlar ve feministler arasında dayanışma olmadığını iddia etmek, aralarında yanlış bir ikilik yaratarak, dikkatimizi hepimizi etkileyen üreme hakları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet salgını, LGBT haklarına yapılan saldırılar gibi meselelerden uzaklaştırıyor.

Sophia Siddiqui

Avrupa’da aşırı sağcılar biyolojik argümanlara dayanarak cinsiyet farklılıkları ve heteroseksüel normların zorla dayatılması etrafında ‘ötekiler’ için yeni sınırlar çizmek üzere örgütleniyorlar. Her ne kadar aşırı sağcıların uzun süredir ırk üzerinden ‘yabancılara’ karşı göçmen karşıtı ve İslamofobik retorikler kullanarak örgütlendiklerini görüyorsak da yeni bir tür ötekileştirmeyle, heteronormatif çekirdek aile yapısında yer bulmayan herhangi birinin ötekileştirildiği bir düzenle karşı karşıyayız. Bu yeni siyasi savaş alanının tam ortasında üreme, cinsel farklılıklar ve aile bulunuyor. Birleşik Krallık’ta trans hakları ‘gender-kritik’ feministlerin yanı sıra güçlü devlet ve medya kanalları tarafından saldırıya uğrarken, Sophia Siddiqui meydanı retoriklerini doğuştan gelen biyolojik farklılıklar üzerine kuran aşırı sağcılara bırakırsak ya da bıraktığımızda karşılaşabileceğimiz tehlikeler hakkında bizleri uyarıyor.

2017’de Madrid’de dolaştırılan bir otobüsün üzerinde şu mesaj yazılıydı: ‘Biyolojinin dediği bu: erkeklerin penisi olur, kızlarınsa vulvası. Gender doktrinine hayır deyin.’ Bundan birkaç ay önce bu sefer üzerinde ‘Erkeklerin penisi olur. Kızların vulvası olur. Sakın onların sizi kandırmasına izin vermeyin. Erkek doğduysanız erkek, kadın doğduysanız kadın olmaya devam edersiniz’ yazan aynı aracın şehirde dolaşması Şehir Konseyi tarafından yasaklanmıştı. Kampanyayı hazırlayanlar ultra-konservatif grup Hazte Oír (Sesini Duyur). Hazte Oír 2019’da ‘feminazilere’ karşı düzenlediği bir diğer otobüs kampanyasında ise 2004’te yürürlüğe giren toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve LGBT’lerin haklarını koruma altına alan yasayı geri çekme çağrısı yapmıştı.

İspanya’daki bölgesel seçimlerde Partido Popular’ın (Halk Partisi) çoğunluğu kazanamaması üzerine Madrid’de iktidar koalisyonuna girmesi beklenen aşırı-sağcı parti Vox, Hazte Oír’in transları hedef alması, kürtaj hakkına karşı amansız bir kampanya yürütmesinin yanı sıra, LGBT gruplara ve kadın örgütlerine saldıran ajandasına destek çıktı. Tüm bunlara rağmen 23 Mart’ta İspanya Feminist Partisi başkanı Lidia Falcón Trans eşitliği yasa tasarısına karşı Vox ile güçlerini birleştirdi ve Hazte Oír’in ‘Trans yasasını kaldırmak: Kız doğduysan kız kalacaksın’ isimli organizasyonuna katıldı. Peki neden bazı feministler aşırı sağcı ajandayı yaymaya çalışıyor?

Hazte Oír tarafından 27 Şubat 2017’de kiralanan anti-trans otobüs.* Wikimedia Commons

Heteroseksüel normları dayatmak

Avrupa genelinde aşırı sağcıların heteroseksüel normları dayatmak için örgütlenmesinin merkezinde ‘erkeğin erkek, kadınınsa kadın’ olduğuna dair katı bir biyolojik nosyon yatar. Viktor Orbán iktidarda olan partisi Fidesz’in Koronavirüs pandemisi boyunca kanun hükmünde kararnamelerle Macaristan’ı yönetmesi için yapılan oylamayı kazanmasından saatler sonra parlamentoda trans ya da interseks insanların yasal olarak cinsiyetlerini değiştirmesini imkânsız kılan bir yasa geçti ve hali hazırda toplumda ötekileştirilmiş transların hayatını zorlaştırdı. Ancak, tahmin edilebileceği gibi, trans haklarına saldırı bununla bitmedi ve topyekûn LGBT’lerin haklarını sınırlamak için bir dizi kısıtlama önerisi getirildi. İlerleyen aylarda Macaristan parlamentosu eşcinsel çiftlerin evlat edinmelerini bilfiil yasaklayacak, evlilik ve aile tanımını kısıtlayacak bir yasa tasarısını onayladı. Yasaya getirilen değişiklik ‘annenin bir kadın, babanın bir erkek’ olması üzerineydi.

Geleneksel çekirdek aile yapısını korumak

Macaristan’da LGBT haklarına karşı saldırı, Avrupa siyasetinde geniş bir karşılık bulan eşitlik karşıtı ve heteronormatif çekirdek aile yapısı dışında var olan herkesi dışlayan dalganın bir parçası. Üreme ve cinsiyet eşitliği haklarını savundukları için gey ve lezbiyen çiftler, translar ve progresif gruplar, tanımı yapılamayan ve şekilden şekle sokulan bir ‘cinsiyet ideolojisini’ savundukları için şeytanlaştırılmaya devam ediliyor. Toplumun tüm sorunları için ‘cinsiyet diktatörlüğünü’ suçlamak konuyu birden fazla krizi yönetemeyen hükümetlerin başarısızlıklarından saptırmak adına gerçekten yararlı bir araç. Anti-gender hareketler, geleneksel heteronormatif aile yapısını koruma amacı güden ve içinde radikal dinciler, ana akım konservatifler ve aşırı sağcı partilerin de bulunduğu birçok farklı grup arasında ‘sembolik tutkal’ görevi görüyor. ‘LGBT ideolojisi’ hakkında duyulan ahlaki panik ise seçim kampanyalarının merkezine oturuyor. 2020 başkanlık seçimlerinde Polonya’da Andrzej Duda’nın kampanyası LGBT hareketine karşı kurulmuştu. LGBT hareketini ‘kökü dışarda bir ideoloji’ ve ‘komünizmden daha beter’ olarak tanımlıyor, LGBT meselelerinin okullarda öğretilmesini yasaklayacağını, eşcinsel çiftlerin evlat edinmelerinin önüne geçeceğini vaat ediyordu. Bu süreçte iktidardaki Prawo i Sprawiedliwość (Hukuk ve Adalet Partisi) ve Katolik Kilisesi’nin yakın iş birliği ve Krakow Başpiskoposu’nun Polonya üzerine çökecek neo-Marksist ‘gökkuşağı vebası’ hakkındaki uyarıları da etkili oldu. LGBT insanların enfeksiyon, veba ve cinsel sapkınlıkla özdeşleştirilmesi sokakta yaşanan şiddeti meşru kıldıkça, kuirler hedef alınıp gittikçe daha güvensiz bir ortamda var olmak zorunda bırakılıyor. Aktivistler kendilerini ‘LGBT ideolojisinden’ azade kılan yüzden fazla kasaba ve bölgede alınan kararlar ile Polonya’nın üçte birinin nasıl ‘LGBT’den arındırılmış’ bölgeye dönüştüğünü ortaya koydular. Bahsi geçen kararlar her ne kadar uygulanabilir kanun niteliği taşımasalar da Polonya’nın aşırı sağcı otoriter hükümetinin kültür savaşları fişteklemesine ön ayak oldu.

Bir başka HazteOír otobüsü, #StopFeminazis hashtag’i ile toplumsal cinsiyete dayalı şiddet yasasını geri çekmeye çağırıyor.** Wikimedia Commons

‘Cinsiyeti’ savunmak: Trans haklarına karşı gender-kritik feministler

Heteronormatif aile anlayışını ve işleyişini sekteye uğratacak herkesi şeytanlaştıran aşırı sağ için trans ve LGBT haklarının aşındırılması kol kola gider. Ancak bu fikrin sadece sağcılar arasında marjinal bir grubun fikirleri olmadığını biliyoruz. Geçtiğimiz aylar içerisinde Birleşik Krallık’ta cinsiyetin sabit ve değişmez olduğunu iddia eden ‘gender-kritik’ feministlerin başını çektiği trans haklarına karşı yükselen bir harekete şahit olduk.[1] Transların cinsiyetlendirilmiş (gendered) mekanlardan dışlanması, ayrı tutulması ve daha genel olarak da feminist ve LGBT hareketi dışında tutulmak istenmesini meşrulaştırmak adına ‘cinsiyet temelli haklar’ etrafında örgütlenenler neredeyse sadece bu argümanı kullanıyorlar. Tüm azınlıkları ayrımcılıktan korumak ve güçlü bir yurttaş/insan hakları çerçevesinin yürürlüğe konması için çaba gösteren hak savunucuları için ‘gender-kritik’ feministlerin ayrımcılık-karşıtı korumaları topyekûn ortadan kaldırmak isteyen aşırı sağcı sokak hareketlerine ve siyasi partilere nasıl koz verdiklerini anlamak önemli olacaktır. Transların, intersekslerin ve non-binarylerin (ikili cinsiyet rejimine uymayanların) haklarını ayaklar altına almak için ‘erkek erkek, kadın kadındır’dan öteye gitmeyen biyolojik argümanların kadın hakları kisvesi altında tekrar tekrar kullanıldığını görüyoruz. Bu fikirler gittikçe daha geniş bir siyasi taban bulurken, cinsiyet ve cinsellik adına daha tutucu fikirlerin global feminist ve LGBT hareketleri üzerinde kalıcı bir hasar bırakabileceğini belirtmek gerek.

Cinsel bir özne olmanın sayısız ifadesine ve insan olmakla gelen muğlaklığına tolerans göstermek yerine ‘gender-kritik’ feminizmin savunucuları transları çoğu zaman cinsel tacizci ve kadınların güvenliğini tehdit eden bir biçimde temsil ediyor – argümanları ise trans kadınların kadın olmadığı inancına dayanıyor. Bu durum açıkça ikili cinsiyet rejimine uymayanların ulusal ve uluslararası insan hakları yasalarıyla korunan haklarını ve onurlarını çiğniyor. Tüm kadınlar ve translar için güvenli alanlar çok önemli, herkes korunuyor olmayı ve hissetmeyi hak ediyor – ancak bu ikili cinsiyet rejimine uymayan kişilerin şeytanlaştırılması üzerinden yapılmamalıdır.[2]

Bilimsel ırkçılık nasıl biyolojik farklılıklar üzerinden insanları katı bir ırksal hiyerarşi içinde sınıflandırmaya çalıştıysa ‘gender-kritik’ feministler de cinsiyet ve cinsiyetin cinsiyet kimliğiyle ilişkisini insanların hangi üreme organlarına sahip olduklarına indirgeyen biyolojik argümanları ileri sürüyor.[3]

Argümanları biyolojiye köktenci bir yaklaşımla normatif kadınlık ya da erkeklik tanımına uymayan herkesi anormal olarak tanımlayarak halihazırda savunmasız olan bir grup insanın ‘ötekileştirilerek’ daha da savunmasız bırakılmasına neden oluyor.

Korunan karakteristikler mi konservatif inançlar mı?

Birleşik Krallık’ın 2010 Eşitlik Yönetmeliği cinsiyet ve toplumsal cinsiyet uyumunu da kapsayan birçok temelde ayrımcılığı yasaklar. İnançlar, insan onuruna saygı duyduğu ve başkalarının temel haklarıyla çelişmediği sürece korunur. Ancak endişe uyandıran bir gelişme yaşanmakta. Kanuni olarak Birleşik Krallık’ta Eşitlik Yönetmeliği ihlali iddialarından sorumlu Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu (EHRC) istihdamla ilgili bir ayrımcılık davasında duruşmaya resmi olarak müdahil oldu. Bahsi geçen duruşmada bir kadının iş sözleşmesi anti-trans görüşleriyle iş arkadaşları için yarattığı olumsuz işyeri ortamı nedeniyle yenilenmemişti.[4] 2019’da görülen ilk duruşmada bahsedilen kadının ‘gender-kritik’ görüşlerinin başkalarının insan haklarıyla uyuşmadığından dolayı ‘demokratik bir toplumda saygı duyulacak görüşler olmadığı’ ve bu nedenden Eşitlik Yönetmeliği kapsamında korunması gerekmediği kararına varılmıştı.

Buna karşın EHRC ‘gender-kritik’ inancın ‘felsefi bir inanç olarak Eşitlik Yönetmeliği altında din veya inanç kapsamında korunduğunu’ belirtti. Bu görüş EHRC’nin yeni başkanı Margravine Baronesi Falkner tarafından da destek gördü. ‘Kadınlar kötü muameleye maruz kalmadan, damgalanmadan ya da işlerini kaybetme riskini almadan trans kimliğini sorgulama hakkına sahip olmalılar,’ dedi ve kadınların cinsiyet kimliğini kritik edebilmek için ‘inanç özgürlüğüne’ sahip olmaları gerektiğini belirtti. Bu EHRC müdahalesi Stonewall ve diğer LGBT grupları tarafından ağza vurulan bir tekme olarak tanımlandı. EHRC’ye yazdıkları açık mektupta ‘kızgınlık ve hayal kırıklıklarını’ belirttiler. ‘İnanç özgürlüğü’ nasıl olur da başkalarının insan haklarını çiğnediği bir bağlamda korunabilir? EHRC anti-trans ayrımcılığa maruz kalanları korumak yerine, translara karşı ayrımcılık yapma ve onları dışlama özgürlüğü isteyen kadınları korumanın peşinde gibi duruyor.

Şimdiyse, Avrupa’daki en büyük LGBT örgütlerinden biri olan Stonewall, LGB birliği tarafından (trans-dışlayıcı olmakla eleştirilmesine rağmen kısa bir süre önce dernek statüsü verilmiş bir birlikten söz ediyoruz) taş yağmuruna tutulmakla beraber acımasız bir medya saldırısına maruz kalmakta [5] ve trans meselelerine ‘gömülerek’ örgütün ‘amacından saptığı’ iddia edilmekte. Burada hatırlatmakta fayda var ki Stonewall örgütünün ismi, 1969’da trans ve gender non-conforming (cinsiyet ifadesi geleneksel cinsiyet normlarına uyum göstermeyen) insanlar tarafından örgütlenmiş bir isyandan geliyor. Öyle gözüküyor ki ‘woke (ırkçılık karşıtlığı, LGBTİ+ hakları, feminizm, ekoloji gibi konuları da kapsayan sosyal adalet yanlısı olmakla özdeşleşen, 2014’te Black Lives Matter ile tekrar popülerleşen terim; ‘uyanık/ayık’ olarak çevrildi) ortodoksluğunun dışına çıkan herkesi susturmak için, kolları yüzlerce kamusal ve özel kuruma uzanan multi-milyon poundluk bir lobicilik canavarının fesat gücü etrafında pompalanan ahlaki panikle’ Stonewall ‘woke’a karşı savaşta’ gösterilen en yeni hedef haline geldi. Bu baskı ortamında,[6] EHRC, Stonewall Çeşitlilik Liderleri projesinden ‘ekonomik değer’ kaygılarından dolayı çıkma kararı aldı. Eşitlikten sorumlu bakan Liz Truss tüm devlet dairelerinin bu projeyle ilişiğini kesmesi için çaba harcıyor.

EHRC’nin yeni başkanı, Barones Falkner, 2011. Flickr

Sabah beni alıkoydularsa, gece senin için gelecekler’

Bugün trans haklarına ne olacağı cinsiyet normları dışında yaşayan herkesin hayatına dokunacaktır. Gender-kritik görüşlerin gittikçe daha çok destek bulmasıyla, bunların nasıl aşırı sağın ve aşırı sağcı siyasi partilerin işine yaradığını daha yakından anlamak gerekmekte, zira sonuçları tüm azınlıkları etkileyecek nitelikte olacak.

Trans haklarına karşı en çok ses getiren saldırıların, hele de LGBT ve üreme haklarının Avrupa’da bu kadar baskı altında olduğu şu zamanda, bazı kuir ve feminist topluluklardan gelmesi endişe verici. Azınlık mensubu biri başka bir azınlığı ‘ötekileştirmek’ adına, haklarını çiğnemek üzere bir kampanya yürütmemelidir. Trans kadınlar ve feministler arasında dayanışma olmadığını iddia etmek, aralarında yanlış bir ikilik yaratarak, dikkatimizi hepimizi etkileyen üreme hakları, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet salgını, LGBT haklarına yapılan saldırılar ve Avrupa genelinde nativist (göçü ve göçmen girişini engelleyerek yerel halkın etkilenmesini engelleme temeline dayanan siyasal akım – ç.n.) politikalar gibi meselelerden uzaklaştırıyor. Kimin ‘kadın’ ya da ‘öteki’ olduğunu belirlemek üzere ileri sürülen argümanlar direkt olarak aşırı sağın işine yarıyor, ahlaki panik yaratarak kimin haklara müstahak olup olmadığına karar vermeye çalışıyor. Buna her ne pahasına olursa olsun karşı çıkmalıyız.

Bu makale Sophia Siddiqui’nin Ekim 2021’de Race & Class’ta yayımlanacak olan ‘Racing the nation: towards a theory of reproductive racism’ [Milleti ırksallaştırmak: üreme ırkçılığı teorisine doğru] makalesindeki fikirler üzerine yazılmıştır.

[1] ‘Gender-kritik’ feminizm 1970’lerin sonları ve 1980’lerin başında ikinci dalga feminizm içinde ortaya çıkmıştır. Feminizmi penisin temsil ettiği eril güce verilen bir tepki olarak konumlandırır. Bu nedenle bünyesinde erkeklik barındıran herkes potansiyel bir tehdit oluşturur.

[2] Her kadın ve trans için güvenli alan gerekliliği etrafındaki tartışmalar herkes için azami yurttaş/insan haklarının garanti altına alınması ekseninden şaşmamalı, yani kimsenin insanlık onurunu zedelememeli. Trans haklarının tek cinsiyetli alanlar için bir tehdit oluşturduğu argümanına karşı olarak Mermaids UK derneği ‘polis, yerel otoriteler, dükkanlar, sığınaklar ya da başka alanlarla yaptıkları görüşmelerden tacizcilerin 2010 Eşitlik Yönetmeliğini kullanarak kadınlara ayrılmış bu alanlara erişim sağladıklarını kanıtlayan hiçbir delilden haberdar olmadıklarının’ altını çizer.

[3] Bilimsel gelişmeler cinsiyetin doğuştan ya da sabit olduğu inancını yanlış çıkarmaya devam ediyor, örneğin: https://slate.com/technology/2018/11/sex- binary-gender-neither-exist.html

[4] İş mahkemesindeki EHRC müdahalesi ve eşitlikler bağlamında olası etkileri hakkında daha fazla bilgi için: When equalities are marketised, rights suffer [Eşitlikler pazarlandığında haklar darbe alır]. EHRC’nin tarihi ve şu an merkezinde olduğu tartışmaların bir analizi için: From CIAC to EHRC [CIAC’tan EHRC’ye].

[5] Bu makalelere örnek olarak, Matthew Parris’ten ‘Stonewall should stay out of trans rights war’ [Stonewall trans savaşlarının dışında kalmalı], The Times, 22 Mayıs, 2021 ve ‘When a group set up to fight homophobia is at war with a lesbian champion of gay rights it is no longer fit for purpose’ [Homofobiyle savaşmak isteyen bir grubun gey haklarını savunan bir lezbiyenle savaşı artık amacımıza uygun değil], Daily Mail, 22 Mayıs 2021.

[6] 7 Mayıs’ta Sex Matters yayımladığı EHRC’ye yazılmış açık mektupta ‘cinsiyetin önemli olduğuna inanan insanların, transseksüel ve ikili cinsiyet rejimine uymayan kişileri teorik olarak uğrayacakları tacizden korumak için, bu inançları nedeniyle iş gücünden uzaklaştırılmasının orantısız olduğu ve Eşitlik Yasasıyla bağdaşmadığı’ argümanını ileri sürer. Yazarlar Stonewall Çeşitlilik Liderleri kriterlerinin ‘gender-kritik kişilerin korktuğu ve itaat etmeye zorlandığı bir işyeri kültürüne’ hizmet ettiğini öne sürer ve EHRC’yi bunları gözden geçirmeye çağırır.

* Turuncu otobüsün üstünde ‘Erkeklerin penisi vardır. Kızların vulvası vardır. Kandırılmayın. Eğer erkek olarak dünyaya geldiyseniz, erkeksiniz. Eğer kadınsanız, kadın olmaya devam edeceksiniz. Onların okullarda çocuklarınızı manipüle etmesine izin vermeyin. Okumanızı istemedikleri kitapla kendinizi bilgilendirin. Bedavaya ElLibroProhibido’dan sipariş edebilirsiniz.

** Şubat 2019’da HazteOír (Sesini Duyur) tarafından kiralanan mavi otobüs. Üzerinde yazan slogan: ‘Toplumsal cinsiyet şiddeti değil, ev içi şiddet. Toplumsal cinsiyet yasaları erkeklere karşı ayrımcılık yapıyor.’ Yanında da ‘Feminazileri durdurun’ anlamına gelen #StopFeminazis hashtag’i var.

Çeviren: Deniz İnal

Bu yazının orijinali 3.6.2021 tarihinde Institute of Race Relations sitesinde yayınlanmıştır.

Kaynak: Çatlak Zemin