fbpx

Feminist mimarlık – Evren Kocabıçak

Paylaş

Kadın hareketinin ve feministlerin kahvehane ve cami işgalleri gibi tersinden mekânsal uygunlaştırma direnişleri mevcuttur. “Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” bu alandaki mücadelenin en yaygın sloganıdır. Belediye seçimlerinde ve Gezi İsyanı döneminde feministlerin kent hakkı mücadelesi, 2014’te toplu taşıma araçlarında erkeklerin kadınlara ait mekânı ihlaline karşı örgütlenen “Bacağını Topla, Yerimi İşgal Etme” kampanyası etkili mücadelelerdir

Feminizmin mimarlığa etkisi, kadınların mimarlık tarihindeki görünmezliğini ifşa etme ve kadın mimarların tarihini geri alma mücadelesi ile başlar. Mimarlık tarihinin patriyarkal yapısına dikkat çekip, sadece ‘büyük’ erkek ustaların mimar olarak kategorize edildiğini gösteren ve kadın mimarların tarihsel keşfine eğilen pek çok feminist eleştirmen vardır. Kadınların görmezden gelinmesinin mimarlık alanındaki öznelliğini, Denise Scott Brown bu ana akım ya da ‘erkek akım’ tarihi mimarideki cinsiyetçi yıldız sistemi olarak adlandırarak ortaya koymuştur. Bu sistemde, ‘yetenekli erkek ustalar’ aslında bir ekip çalışması olan mimari üretim sürecinde yıldız mimarlar olarak tek başlarına parlatılır. Gözden kaçan sadece kadın mimarlar değil, aynı zamanda kolektif ekip çalışmasıdır. Cinsiyetçi yıldız sisteminin dışladıkları sadece kadınlar değil, aynı zamanda kadınlarla ilişkilendirilen ve belki de bu yüzden önemsiz görülen yapı tipleridir. Mimarlık tarihi farklı konut yapıları, iç mekân tasarımları, tekstil tasarımı gibi kadınlarla ilişkilendirilen ve önemsiz görülen alanları ikinci plana iter (Rendell, 2000). Feminizmin mimarlıktaki bir diğer yansıması, kadınların bazı mekânlardan dışlanmaları üzerine yapılmış olan çalışmalardır. Bu çalışmalar ağırlıklı olarak, kadınların patriyarkal mekân örüntüsü nedeniyle dışlandıkları farklı ölçeklerde mekânları tespit etmeye ve bu mekânların kadın dostu olabilme olanaklarını araştırmaya odaklanmışlardır. Bunlar kent meydanları, caddeleri, sokakları olabildiği gibi toplu taşıma araçları, stadyumlar, camiler, kıraathaneler, hatta kendi evlerinin bazı alanları ve kadınların eğitim ve istihdama erişimi için elzem mekânlar olabilir.

Ancak feminizm ve mimarlık arasındaki etkileşim sadece patriyarkanın mimarlıktaki yansımalarının eleştirisi ile sınırlı kalmamış, mevcut tasarım süreçlerine feminist bir bakış açısıyla nasıl katkı sunulabileceğini, feminist tasarım süreçlerinin nasıl olabileceğini de tartışmaya açmıştır. Burada söz konusu olan feminizmin mimarlık disiplinindeki eşitlikçi taleplerinden ziyade patriyarkal mimarlık anlayışının altüst edilmesi ve mimari üretim süreçlerinin feminist bir bakış açısıyla yeniden kurgulanmasıdır (Rendel, 2016). Feminist bir mimarlık anlayışı geliştirmek için çabalamış feminist tasarım kolektiflerinin ilk örnekleri 70’lerin sonlarında ve 80’li yıllarda İngiltere’de kurulan Feminist Tasarım Kolektifi, Matrix, Mitra ve Kadınların Tasarım Servisi’dir.[1] Söz konusu kolektiflerin deneyim ve pratiklerine dayanarak Frank, feminist metodolojinin yaklaşımlarının feminist mimarların söylem ve pratiklerinde temel tasarım ilkeleri olarak gözlemlenebileceğini belirtmiştir. Bu ilkelerin feminist mimari pratiklerinde yaygın karşılık bulanları, ilişkisellik ve kapsayıcılığın önemsenmesi, gündelik yaşamın değerinin tasarım ilkeleri olarak kabul edilmesi ve karmaşıklık ile esnekliğe değer verilmesidir (Frank, 1989).[2]

Bir tasarım ilkesi olarak ilişkisellik ve kapsayıcılık, ikili mantığın ortaya çıkardığı kapitalist ve patriyarkal mekân örüntüsünü eleştirir. Kamusal/özel, şehir/banliyö, iş/ev ve üretim/tüketim gibi ikili ayrımlar, kentsel ve mimari kuram ve tasarımda mekânlar arası bir kast sistemi oluşturur (Weisman, 1994). Frank’a göre, patriyarkal kapitalizm hanelerin tüketimi ve ücretli işgücünün yeniden üretimi için ev/iş, üretim/tüketim ve kadın/erkek mekânları ayrımlarından ve bu kategorileri yeniden üretecek mimari tasarımlardan güç alır. Bu mekânsal ayrıştırma ideolojisi, ortaya çıkan sınırlar ve mesafeler nedeniyle gündelik hayatı zorlaştırır (1989). Buna karşı feminist mimarlar, ikili mantığın yapılı çevrede ürettiği mekânsal ayrımların ortadan kaldırılması gerektiğini belirtirler. Karşı çıktıkları sadece kadın/erkek mekânlarının ayrıştırılması değil, ikili düşünce yapısının ortaya çıkardığı tüm mekânsal karşıtlıklardır. Hayden (1984), merkez/çeper ayrımının da ortadan kaldırılması gerektiğini ve günümüz modern şehirlerinde gördüğümüz konut, işyeri, eğitim ve ticaret için ayrıştırılmış bölgelere dayanan tasarım anlayışının değiştirilmesi gerektiğini savunur ve bunun yapısal karşılıkları için somut önerilerde bulunur. Post yapısalcı feminist eleştirmenler ve kuir teoriden beslenen feminist kuram ise mimariyi ve mekân algısını kadın ve erkek ayrımını da reddeden bir çerçevede ele alır (Ingraham, 1996).

Gündelik yaşamın değeri feminist mimarlık için önemli bir diğer veridir. Jacobs (1961) çalışmalarında kentsel dönüşümlerde popüler olan büyük ölçekli, birbirini tekrar eden, geometrik projelerin, kullanıcı faaliyetlerini ve ihtiyaçlarını nasıl göz ardı ettiğini ve engellediğini gösterir. İlgilendiği temel konu, gündelik hayatın deneyimi ve tasarlanan çevrenin bu deneyimi nasıl destekleyebileceğidir. 1970’lerin sonunda New York’ta feminist ebeler tarafından açılan doğum merkezi binası, gündelik hayatın deneyimlerini dikkate alarak tasarlanmış önemli bir örnektir. Bu bina Torre tarafından kadın düşmanı uygulamalara karşı büyük bir zafer olarak nitelendirilir. Kadınların doğum sürecindeki ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlanan, doğum odalarının kadınların kendilerini rahat hissedecekleri ev benzeri dairelere dönüştürüldüğü eski konakta, kadınlar doğum süreci boyunca sevdikleriyle yan yana evlerindeymiş gibi yaşayacaklar, doğum bir hastalıkmış gibi değil, kendi olağanlığı içinde gerçekleşecektir (Torre, 2019).

Karmaşıklığa ve esnek kullanımlara verilen önem ise feminist mimarlar tarafından mekânsal denetimi zayıflatan ve kullanıcı katılımını teşvik eden bir diğer ilke olarak ele alınmıştır. Karmaşıklık ve esnek kullanım mekânsal değişim, dönüşüm ve farklı kullanımlara olanak sağlama şeklinde yorumlanabilir. Çok işlevli ve dönüşebilen alanlar birbirine zıt olarak konumlandırılan ikiliklerin üstesinden gelir. Her binaya, farklı fakat ayrı olmayan alanlarla faaliyetleri ve işlevleri değiştirme şansı sağlamalıdır. Matrix, binaların değişim potansiyeli ölçüsünde rahat hissedilebilen mekânlar olabileceğini savunmuştur. Bir toplum sağlığı merkezindeki bekleme odası, insanların tanışabilmeleri ve deneyimlerini paylaşabilmeleri için aynı zamanda bir kafe olarak kullanılabilir. Bir atölyedeki geniş mekân farklılaştırılmış ama duvarlarla bölünmemiş, sınırlar çizilmemiş bir tasarımla aynı anda oturma alanı, mutfak ve ofis olarak kullanılabilir. Böylece karşılaşmalara, etkileşimlere olanak sağlayabilir (Bradshaw, 1984).

Türkiye’de akademik çalışmalarla birlikte Mimarlar Odası şubeleri bünyelerinde kurulan farklı kadın komisyonları, mimarlık alanında kadınların maruz kaldıkları ayrımcılık üzerine çeşitli söyleşiler ve etkinlikler düzenlemektedirler. Kadın Eserleri Kütüphanesi, kadın mimarlar ve eserleriyle ilgili bir konferans organize etmiştir. Bunların yanısıra patriyarkanın mekânsal örüntüsüne dair pek çok araştırma yapılmış olsa da, yapı veya söylem üretimine dair feminist bir mimarlıktan söz etmek henüz mümkün değildir. Ancak kadınların dışlandığı alanların ısrarlı kullanımı ve işgaliyle uzun yıllardır süregelen güçlü bir feminist mücadele söz konusudur.[3] Kadın hareketinin ve feministlerin kahvehane ve cami işgalleri gibi tersinden mekânsal uygunlaştırma direnişleri mevcuttur. “Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” bu alandaki mücadelenin en yaygın sloganıdır. Belediye seçimlerinde ve Gezi İsyanı döneminde feministlerin kent hakkı mücadelesi, 2014’te toplu taşıma araçlarında erkeklerin kadınlara ait mekânı ihlaline karşı örgütlenen “Bacağını Topla, Yerimi İşgal Etme” kampanyası etkili mücadelelerdir.

Kaynakça

  • Ahrentzen, S. (2003). The Space between the Studs: Feminism and Architecture. Signs,  29, 179-206.
  • Frank, K. A. (2000). A Feminist Approach to Architecture: Acknowledging Women’s Way of Knowing. J. Rendell, B. Penner, I. Borden (Ed.), Gender Space Architecture içinde (s. 295-305). London ve New York: Routledge.
  • Hayden, D. (1984). What Would a Non-Sexist City Be Like? Speculations on Housing, Urban Design and Human Work. Signs, 5, 170-187.
  • Jacobs, J. (1961). The Death and Life of Great American Cities. New York: Vintage Books.
  • Rendell, J. (2000). Gender, Space, Architecture. J. Rendell, B. Penner, I. Borden (Ed.), Gender Space Architecture içinde (s. 225-243). London ve New York: Routledge.
  • Rendell J. (2016). Critical Spatial Practices: Setting Out a Feminist Approach to some Modes and what Matters. L. A. Brown (Ed.), Architecture1 Feminist Practices: Interdisciplinary Approaches to Women in Architecture içinde (s. 17-56). London ve New York: Routledge.
  • Torre, S. (2019). Mimarlık ve Feminizm (G. Yeşildağ, Çev). İstanbul: Ondokuz Onbir.
  • Weisman, L. (1994). Discrimination by Design: A Feminist Critique of the Man-Made Environment. Chicago: University Of Illinois Press.
  • Ingraham, C. (1996). Missing Objects. D. Agrest, P. Conway, L. Weisman (Ed.),  The Sex of Architecture içinde (s. 29-39). New York: Harry N. Abrams

Dipnotlar:

[1] ‘Liquid Incorporated’ 90’lı yıllarda Amerika’da faaliyet göstermiştir. ‘Feminist Architecture Collaborative’ halen Amerika’da çalışmalarına devam etmektedir.

[2] Feminist mimarların 70’li yıllardan bugüne olan söylemlerinin kapsamlı bir derlemesi ve analizi için Ahrentzen’in makalesine bakılabilir (2003).

[3] Feministlerin uluslararası ölçekte uzun yıllar süren mücadelesi 2006 yılında “Kadın Dostu Kentler Birleşmiş Milletler Ortak Programı” na önayak olmuştur.

Kaynak: Feminist Bellek